Yavuz Sultan Selim’in Annesi Türk mü? Güç, Kimlik ve Siyaset Üzerine Bir İnceleme
Güç ilişkileri tarih boyunca yalnızca iktidarın biçimini değil, aynı zamanda toplumun değer sistemini, kimliğini ve aidiyet algısını da belirlemiştir. Bir siyaset bilimci olarak meseleye baktığımızda, “Yavuz Sultan Selim’in annesi Türk mü?” sorusu yalnızca bir etnik kimlik tartışması değildir; aynı zamanda devletin meşruiyetini, kadınların iktidar çevresindeki konumunu ve Osmanlı siyasal ideolojisinin çok katmanlı yapısını sorgulayan bir anahtardır. Bu soru, tarihin ötesinde bugünün kimlik politikalarına, vatandaşlık tartışmalarına ve ulusal aidiyetin nasıl inşa edildiğine de ayna tutar.
—
Güç ve soy: Osmanlı hanedanında meşruiyetin temeli
Osmanlı İmparatorluğu’nda hükümdarlık yalnızca erkek miras yoluyla aktarılırdı; ancak anneler, yani valide sultanlar, bu sistemin görünmeyen mimarlarıydı. Yavuz Sultan Selim’in annesi olarak bilinen Gülbahar Hatun (bazı kaynaklarda Ayşe Hatun) hakkındaki tartışma, Osmanlı hanedanındaki soy ve kimlik meselesinin ne kadar akışkan olduğunu gösterir.
Bir kısım tarihçi, Gülbahar Hatun’un Anadolu Türklerinden olduğunu, kimileriyse Kafkas veya Arnavut kökenli bir cariye olduğunu savunur. Bu tartışmanın özü şudur: Osmanlı’da etnik köken, siyasi kimliğin önüne geçmezdi. Bir insanın kim olduğu değil, kime hizmet ettiği, hangi rolü üstlendiği belirleyiciydi.
Siyaset bilimi açısından bu, kurumsal meşruiyetin etnik kimlikten bağımsızlığı anlamına gelir. Osmanlı’nın gücü, tam da bu “kimlik esnekliğinden” doğmuştu.
—
İktidarın Kadın Yüzü: Valide Sultanlar ve Yumuşak Güç
Yavuz Sultan Selim’in annesi kim olursa olsun, o dönem Osmanlı sarayında kadınların rolü yalnızca annelikle sınırlı değildi. Harem, bir “özel alan” değil, aynı zamanda siyasal bir kurumdu. Kadınlar, eğitimli, çok dilli ve diplomatik zekâya sahip figürler olarak imparatorluk içindeki yumuşak gücün taşıyıcılarıydı.
Bir erkek siyaset anlayışı genellikle güç, kontrol ve strateji üzerine kuruludur. Ancak kadınların siyaseti iletişim, uzlaşma ve toplumsal etkileşim üzerine şekillenir. Bu iki yön bir araya geldiğinde, Osmanlı gibi geniş bir coğrafyayı yönetecek karma bir siyasal kapasite ortaya çıkar.
Yavuz Sultan Selim döneminde, özellikle Anadolu’daki ulema ve askeri sınıf arasındaki gerilimleri yönetmede annesinin etkisinin dolaylı da olsa hissedildiği söylenir. Bu durum, kadınların doğrudan görünmeden de iktidar oyunlarının parçası olabildiğini gösterir.
—
İdeoloji, vatandaşlık ve aidiyet
Yavuz Sultan Selim dönemi, Osmanlı’nın ideolojik dönüşüm yaşadığı bir çağdı. Safevîlerle yapılan çatışmalar yalnızca mezhepsel değil, aynı zamanda kimliksel bir mücadeleydi. “Kimin Müslüman, kimin öteki” olduğu yeniden tanımlanıyordu.
Bu dönemde bir annenin etnik kökeninden çok, oğlunun hangi ideolojik mirası temsil ettiği önemliydi. Selim’in yönetiminde Osmanlı, Arap coğrafyasına yönelerek halifelik kurumunu sahiplendi; bu da devletin dini meşruiyetini güçlendirdi. Dolayısıyla Yavuz’un annesinin Türk olup olmaması değil, Selim’in Osmanlı kimliğini hangi çerçevede yeniden tanımladığı siyasal açıdan belirleyicidir.
Vatandaşlık kavramı o dönemde bugünkü gibi hukuki değil, siyasi sadakat temelliydi. Bir teba Osmanlı’ya bağlıysa “Osmanlı”ydı; kökeni değil, bağlılığı önemliydi. Bu yaklaşım, modern siyaset biliminin “katılımcı vatandaşlık” kavramının erken biçimini temsil eder.
—
Provokatif bir soru: Tarihte kimlik mi, iktidar mı belirleyici?
Bir an durup sormak gerekir: “Bir hükümdarın gücünü annesinin kimliğinden mi, yoksa temsil ettiği kurumsal yapıdan mı alır?”
Eğer iktidar, kurumların sürekliliğine dayanıyorsa, bireylerin kökeni yalnızca sembolik anlam taşır. Ama eğer toplumlar kimlikler üzerinden siyaset üretiyorsa, o zaman her soy tartışması politik bir mesaj haline gelir.
Bu nedenle “Yavuz Sultan Selim’in annesi Türk mü?” sorusu, yalnızca tarihsel bir merak değil; bugünün “kim daha yerli, kim daha meşru?” tartışmalarının da erken bir izdüşümüdür. Modern siyaset bilimi bize şunu öğretir: güç, yalnızca iktidarın değil, anlatının da kimde olduğudur.
—
Sonuç: Annenin kimliği, devletin kimliği
Yavuz Sultan Selim’in annesinin etnik kökeni ne olursa olsun, bu tartışma bize devlet kimliğinin kişisel aidiyetlerden çok kurumsal süreklilik ve ideolojik meşruiyet üzerine kurulduğunu gösterir.
Bir imparatorluğu ayakta tutan, yönetenin soyundan çok, yönetim biçimidir. Kadınların sessiz gücü, erkeklerin stratejik kararlılığıyla birleştiğinde, tarih sahnesinde kalıcı bir siyasal denge doğar.
Sonuçta asıl soru şudur: “Bir devletin kimliği, halkının kökeninde mi, yoksa birlikte inşa ettiği değerlerde mi yatar?”
Belki de Yavuz’un annesinin kim olduğu değil, bu soruya nasıl cevap verdiğimiz, bugün hâlâ siyasal düzenimizi tanımlar.